12 Ağustos 2012 Pazar

İnceleme: BMW 116i

Eskiden tüketiciler ne tarz bir araba satın alayım diye düşünürken sedan mı, station mı, hatchback mi gibi basit bir seçim yapmaları yeterdi. Ancak özellikle son 15 yıldır değişen/gelişen zevkler ve beklentiler çok acayip yeni sınıfların oluşmasına yol açtı. Artık coupe görünümlü stationlar, üstü-açık SUV'ler görüyoruz. Bir sınıfın adı "crossover" (üstüste-binen) oldu. Ve bunların hepsinin bir alıcısı var. 
BMW, geleneksel olarak 3, 5 ve 7 olarak adlandırdığı kasalarla piyasada senelerce mücadele etti. Sedan ve station-wagon olarak... Yukarıda belirttiğim yeni beklentilerin üzerine, insanların güçlenen lüks marka takıntısı eklenince, fırsatı gören BMW yeni sınıflara girdi. İlginçtir ki, BMW bu girdiği sınıfların ilk nesillerde hep hataları olan ve liderliğe oynamayı beceremeyen modeller yarattı. İlk kasa 1 serisi, Z3 (James Bond filminde rol aldı almasına, ama araba o kadar kötüydü ki, BMW 2. nesline Z4 adını vermek zorunda kaldı) ve X3 bunlara birer örnek olabilir.


Çamurluklara taşan farlarıyla yeni BMW1 önden bakınca olduğundan geniş gözüküyor. Angel-eye alınması gereken aksesuarlardan

Ben bundan 5 sene önce, hatchback bir araba almaya karar verdiğimde alternatiflerimden biri BMW 1 idi. Chris Bangle'in sıradışı çizgileriyle içbükey yüzeylere sahip (sonradan Hyundai i30'un acımasızca taklit ettiği), ön kaputu fazlasıyla uzun tutan dizaynı aslında ilginçti. Sınıfındaki tek arkadan itişli arabaydı. Öte yandan, Kosifler'e arabayı test etmeye gittiğimde inanılmaz hayalkırıklığına uğramıştım. 1.86 boyundaki ben, sürücü koltuğunu ayarladığımda arkada kalan diz mesafesine bir çocuk bile sığmazdı. Ortadan geçen şaft tüneli o kadar yüksekti ki, arka koltuk otomatikman 2 kişilik oluvermişti. Bunlara iç mekandaki malzemelerin bayağılığı ve heyecansız içdizayn eklenince BMW 1'i kullanmaya gerek bile duymadan direk elemiştim.

Şimdi 2. kasa BMW 1 zamanı. BMW'nin güzel bir huyu var; bir arabanın ilk neslinde yaptığı hataları, 2. nesilde düzeltmesini biliyor. Test etme fırsatı bulduğum 2. nesil BMW 1 de buna çok güzel bir örnek. Bakalım, neden öyle düşünüyorum:


8 Ağustos 2012 Çarşamba

50 yaşında delikanlı Plymouth XNR ve Virgil Exner

1960 Plymouth XNR 500

Internette Plymouth XNR'ın açık arttırmaya çıktığıyla ilgili bir haber gözüme çarptı. Ben de biraz araştırma yaptım. Modelin tam adı XNR 500. Dizaynın sahibi Virgil Exner. Prototipi Ghia firması 1959'da üretmiş ve 1960 yılında görücüye çıkmış. Yaklaşık 200hp gücünde 6 silindirli Chrsyler motora sahipmiş. Dizayn 50 yaşını geçmiş, ama hala zıpkın gibi... Sıradışı ve yenilikçi gözüküyor. Internette maalesef daha fazla bilgi yok, ancak bu kadar radikal ve kışkırtıcı bir prototipin markası ve çizeri hakkında biraz daha bilgi vermek gerektiğini düşündüm:

7 Ağustos 2012 Salı

İlk Gerçek Bebek Mercedes?

Bilmiyorum farkında mısınız, muhtemelen Mercedes şu anda dünyada ürün gamında en çok model olan üretici. Japon firmaları farklı kıtalarda farklı modeller yapıyor ama Mercedes tüm modellerini her yerde satıyor. Bunu yaparken arada bazı çürük elmaların olması aslında çok da anormal değil. Güncel Mercedes A-serisi bence bunlardan biriydi. Hangi amaca hizmet ettiği pek belli olmayan, pahalı bir Meriva gibiydi. B-serisinin de Megane Scenic sınıfında olduğunu düşünürsek, Mercedes'in özellikle Avrupa'da en çok satan segment olan orta-sınıf hatchbacklerde mücadele edecek bir modeli yoktu. Oysa diğer lüks markalar, orta sınıfta 10-15 senedir ekmek yiyorlardı. Audi A3, BMW 1-serisi ve onlara alttan katılan Volvo C30, Alfa Romeo Guilietta gibi modellerle... Genç alıcılar ve kadınlar, çok da uçuk paralar vermeden bu lüks markaları kullanmanın zevkine varıyorlardı. Mercedes ise inatla bu segmentlerin ihtiyaçlarına uygun bir model yapmıyordu.

A3'ten de, BMW 1'den de daha sportif ve karakterli bir dış tasarım
En sonunda gecikmeli olsa da, Mercedes gereken hamleyi yaptı ve cesur bir kararla A-serisini 3. kasada silbaştan yarattı. İlk 2 kasada, orta sınıf hatchbacklerin gideceği yönü tamamen yanlış kestirip çirkin, yerden yüksek ve klastan uzak modeller yaratan Mercedes, bu sefer sportif ve çok daha karakter sahibi bir dizaynla döndü. Bu kadar radikal değişikliklere otomotiv sektöründe çok rastlamıyoruz, ama bu kararın gerekliliği o kadar barizdi ki, ben çok şaşırmadım. Çoğu tüketicinin farketmeyeceği ama bu blog'u takip eden "petrolkafa"lar için bir diğer kritik karar ise yeni modelin önden çekişli olması. BMW'nin de yakın zamanda önden çekişli bir model çıkaracağını biliyoruz, rekabet firmalara neler yaptırıyor!

4 Ağustos 2012 Cumartesi

İlk Yazı - İnceleme: Seat Leon TDI

Uzun zamandan beri yapmak istediğim birşeydi bu blog'u yazmaya başlamak. Çocukluktan gelen araba tutkumu şu ya da bu şekilde yıllarca yakın çevremle ve arkadaşlarımla paylaştım. Ve artık bunu internet'in sınırsızlığıyla buluşturmanın vakti geldi. Hatta geç kalınmış bir karar bile diyebilirim.
İlk yazıma konu olarak zevklerime uygun diyebileceğim bir araba seçtim: Karşınızda Seat Leon 1.6 TDI DSG.
Karşınızda Seat Leon 1.6 TDI DSG

Seat Leon'un ilk kasası oldukça sürprizli bir araba olmuştu. O zamanlar yeni geçtiği VW grubunda olmanın tüm nimetlerini kullanan Seat, Golf tabanlı ve -özellikle önü- Golf'ten güzel gözüken bir araç yapmayı başarmıştı. Golf fiyatının %80'ine, daha estetik İtalyanlara göz kırpan bu aracın belli bir alıcı kitlesi oluşmuştu. Ama esas sürprizi bence Seat, 2. kasayla beraber yaptı. Alfa Romeo'nun rönesansı olarak nitelendirebileceğim 90'ların sonunda 156 ve 147'yi çizen Da Silva Seat'e transfer olunca Leon'a da el attı tabi. Ve sonuç olarak 147'ye biraz gereğinden fazla benzeyen bir dizayn çıkmıştı oraya.. Genel orantılar bire bir korunurken birçok ayrıntı da 147'ye selam çakıyordu: Kelebek camına gizlenmiş arka kapı kolları, Alfa böbreğine fazlasıyla benzeyen radyatör ızgarası, arkada kalp şeklinde arka camının bir benzeri ve stoplar. İçeride ise kırmızı Seat aydınlatmaları yine Alfa'dan alıntı bir dizayn elementiydi ama iç dizayn genel hatlarıyla zayıf kalıyordu. Orta konsolda gereksiz boş alanlar vardı ve malzeme kalitesi rakiplerinden gerideydi. Sonuç olarak Leon'un içi genişti belki, ama bana pek keyif vermemişti.
Bu yazıma konu olan Leon ise aslında makyaj sonrası seriden. Yani hem içeride, hem dışarda revizyonlar barındırıyor. Makyajlı dış kasada en çok arka camın fitilsiz yeni halini beğeniyordum bu değişiklikler arasında. İçerideki değişiklikleri ise az sonra ayrıntısıyla anlatacağım. Esas gelişmeler ise daha da içerilerdeydi: